Dozer Gibi Oyna Kazım Gibi Sev

Beşiktaş maçı, Trabzonsporlu olmasaydım son düdüğüyle birlikte “ne izledim ben şimdi” diyerek dakikalarca boş boş ekrana bakıp etkisinden çıkamayacağım bir maç olacaktı muhtemelen. Ona benzer bir şeyi kendi kendime söyleniyordum tribünün merdivenlerinden inerken. “Ne yaptık biz şimdi”…

    Haddinden fazla üzgündüm, yıkılmıştım, bitkindim ama niye gururluydum, neydi içimi rahatlatan şey, saatlerce onu bulmaya çalıştım. Bu filmi bir yerden hatırlıyordum, bir yerde izlemiştim sanki. Bir müddet sonra hatırladım. Ben tribünleri terk ederken soyunma odasında şampiyonluğa hazırlık kutlaması yapan o takımın tüm futbolcularını kendi sahasında hakemin son düdüğüyle birlikte yere devirmiştik birkaç yıl önce. Onlar da puan kaybetmelerine rağmen alkışlanıyordu taraftarı tarafından. Evet, öne geçtiğimiz halde skoru koruyamayıp üstüne üstlük son saniyesinde haybeye namağlup unvanından olduğumuz maçın sonunda bana teselli veren şey sanırım doğru yol izlendiğinde sonucun nerelere geldiğine örnek teşkil eden takımın az önce rakibimiz olmuş olmasıydı. Yıkılmıştım, üzgündüm, yürürken belki yalpalıyordum ama umutluydum be…

   İyi bir futbolla öne geçilmesine rağmen kaybedilmiş üç puanın trajik hikâyesinden bir kitap çıkar belki fakat takılmamak lazım biliyorum. Kaybederken kazanmaktır önemli olan. Şampiyonluk hayallerine ligin daha çok başında veda etmiş ve tek iddiası Avrupa olan bir takımın her şeye rağmen yeniden diriliş hikâyesini yazmaktır aslolan. Şike yapmış olmasına rağmen düşürülürse ülkede futbol kalmaz denen takımın üç beş maç kaybedince sekiz bin taraftara oynadığı ülkede kırk bin kişilik tribünle Dozer gibi oynamak, Kazım gibi sevmektir önemli olan. Düşenin yerden kalkmadığı, futboldan ziyade boyun damarlarını şişirerek kavga etmekten başka yeteneği olmayan insanların oynayıp  dünya derbisi adıyla pazarlandıkları işkenceyi izlemeye alışmış bünyelerde bu maçta olduğu gibi heyecan yaratmak, dik oynamaktır aslolan.

    Selam olsun uzak yakın demeden Trabzonspor’u bu yolda yalnız bırakmayıp bu hikayeyi yeniden yazmaya kendini yeniden adayanlara. Selam olsun tünelden çıkan futbolcularına bir miktar daha fazla hırs yükleyebilmek ve tribünlere biraz daha heyecan katabilmek için iki gün stadyumda sabahlayıp olayın basit bir futboldan ibaret olmadığını bize hatırlatan dostlara. Selam olsun 40bin kişilik stadyumu kim dolduracak dedikten aylar sonra satın alacak bilet bulamayan arkadaşlarıma. Selam olsun umutsuzluğun en dibine sürüklendiğimiz o anda umudun aslında hiç bitmemesi gerektiğini bize anlatmaya çalışan Rodallega’nın şutuna. Eksiklerin farkına varmış olduğunu bize fazlasıyla hissettirip şampiyonluk hayalleri kurulan sezonun temeli için şimdiden uğraş veren yönetim kuruluna. Bir selam da Türkiye’nin en güzel futbolunu oynayan iki takımının taraflı tarafsız herkesin 90 dakikasını tek nefeste izlediği bu mükemmel maçının oynandığı saatlerde Dominik’te bir yarışma programında yemeği tercih eden milli takımlar teknik direktörüne.

    Son olarak bir de hoş geldiniz diyeyim, hakkının çalınmış olmasını yüreğine hiçbir zaman sindiremeyip kendini bir müddet futboldan uzaklaştırmakla cezalandıran ya da ödüllendiren ve bu mükemmel sinerjiye daha fazla kayıtsız kalamayıp yeniden aramıza dönen dostlara. Olmuyor işte. Ne biz onsuz, ne o bizsiz. Sahip çıkacağı, arkasında duracağı ve güç vereceği tek kimsesi biz olan gençliğim varlığına armağan  bu değere bu kadar işkence yeter artık. Tecrübe ile yine gördük ki görmezden gelmeye çalışmakla da olmuyor, olamıyor. Biz dik oynayacağız. Dik duracağız. Biz Dozer gibi oynayacağız. Kazım gibi seveceğiz.

  Saygılar…


 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol