Özürün Kabul Edilmiştir
Hiç unutmam amatör futbola ilk başladığım günü. Mahallenin beton sahasında beraber maç oynadığımız çocuklardan birinin yanıma yaklaşıp “sen hangi takımda oynaysın laa” diye sorması üzerine cesaretlenmiştim. Hani sokağınızın, formasını giydiği takımın eşofman üstünü hiç üstünden çıkarmayan havalı çocuğu vardır ya. İşte o çocuktan bahsediyorum bana bu mükemmel fikri sunan. Demek güzel oynuyorum ki çocuk oynadığım takımı sordu değil mi yani? Sahi yahu, her gün bu sahada beraber maç oynadığım çocuklardan neyim eksikti benim. İlk akla gelen kendini cesaretlendirme cümlesidir ve her zaman işe yarar. Futbolla uzaktan yakından alakası olmayan elleri öpülesi babamın “oğlum kendine mi sövdürecen otur aşağıya !” şeklindeki tavsiyesi üzerine birkaç gün ertelenen hayalim sevgili babamın “sen bilirsin” seviyelerine kadar gelmesiyle artık mümkündü benim için.
O gece uyumak mı? Ne mümkün? O gece ben Hüseyin Avni Aker’deyim. 25 bin kişinin önüne çıkıyorum. Sabah gidip yazılacağım takım Akçaabat’ın amatör bir takımı ama benim hayalimde üzerimde Trabzonspor forması var. Tünelde formamı düzeltiyorum, çıkarken armayı öpüyorum. Sağ kanattan bindirip kendi kestiğim ortaya kendim kafa atıyorum o derece mükemmelim. İlk gol sevincim horon oluyor, ikincisi kolbastı, üç, dört… O gece sabaha kadar Trabzonspor formasıyla kaç maç yaptım kaç rövaşeta, kaç rabona, kaç trivela golü attım saymadım hatırlamıyorum…
Bütün bunları neden anlattım. Karabükspor maçında Yusuf Yazıcı’nın oyundan alınırken kaçırdığı gol için taraftara dönüp özür dilediği an aklıma gelip gözlerimin dolmasına vesile olan anıdır. Çocukluğumdaki hayal ile kaçınılmaz gerçek arasındaki uçurum tribünde bulunduğum yer ile Yusuf arasındaki mesafe kadardı gözümde. Ellerini iki yana açıp boynunu eğdiğinde üzülme be oğlum, senin canın sağ olsun diyebildim.
Sen sadece benim değil, peşinde koştuğu hayalleri için erken kalkan, hafta sonunu heba eden, Trabzonspor formasına olan tutkusu için gerektiğinde okulu asmayı göze alan bütün çocukların olmak istediği yerdesin. Sen benim henüz hayalini kurduğum yaşta yaşadığın şehri ve ülkeni Dünya Liselerarası Futbol Şampiyonası'nda temsil edip kupayı getirmiş takımın futbolcususun. Üzülme kardeşim, dik dur. Sen olacaksın, olmalısın. Bu taraftar Gökdeniz’leri Fatih’leri var ettiği gibi seni de var edecektir, sen yeter ki iste. Tamam, olmak istediğim yerdeyim bitti deme. Bırakma peşini hayalinin. Herkes biliyor senin bilerek gol kaçırmak istemeyeceğini rahat ol ama sakın boş verme. Sen olmalısın, olmak zorundasın çocuk. Peşinden gelen kardeşlerine örnek olacaksın Yusuf. Bu çocuklara olmak istedikleri yeri göster, olması gerekeni anlat, yapmaları gerekeni söyle birer birer. Unutma ki senin çocukluğunda maç yaparken Gökdeniz diye bağırdığın sokakta şimdi çocuklar Yu suf Yazıcı diye bağırıyor. Yanındayız kardeşim. Sen yeter ki iste.
Özrün yürekten ve en içten şekilde kabul edilmiştir. Telafisini bir sonraki maçta yaparsın canım kardeşim.
Bu arada benim hayalime ne mi oldu? İlk gün giydiğim futbol ayakkabımın ayağımı deliler gibi sıktığını çekinip hocaya söyleyemediğim için, canıma çekerim yahu ne olacak diyerek bir antrenman ve bir maçı sonuna kadar inatla diretmiş olduğum için, iyi oynadığımı düşündüğüm ve hoca tarafından da beğenildiğim maçtan sonra morarmış iki ayak baş parmak tırnağımla birlikte hayatımdan çıktı ve gitti. Ertesi gün terlikle gidip önce hocamla, sonra arkadaşlarımla ve daha sonra hayalimle vedalaşmıştım. Sonuç olarak o gece kurduğum sayısız hayale veda ettiğim gün babamın da bana söylediği gibi: “Neyse nasip değilmiş”. Bu da böyle bir anımdır.
Saygılar…