Bizi Bu Sene De Şampiyon Yapmayacaklar





Duvardaki Trabzonspor armalı kocaman saate baktı.  Son bakışının üzerinden daha yarım saat geçmişti, maça saatler vardı ve zaman geçmek bilmiyordu. Önündeki sehpanın üstünde duran spor gazetesinin, en az üç  kere okuduğu Trabzonspor sayfasını bir çırpıda tekrar açtı. Puan tablosuna yine hayranlıkla baktı, Trabzonspor 69 puanla lider ve Fenerbahçe 67 puanla ikinci. Gazetesini en sevdiği hikâye kitabına yeni sahip olmuş çocuk gibi özenerek tekrar katlayıp aldığı yere bıraktı. Sehpanın diğer kenarında duran soğumaya yüz tutmuş çayının son yudumunu da çekti. Mutlu değildi, endişeliydi, tedirgindi.

    “Bir çay daha içer misin Mustafa?” Uzaklara dalan gözlerini dünyaya geri döndüren o güzel sese çevirdi yüzünü. İçinde kopan fırtına, gırtlağının tam ortasında nefes almasını zorlaştıran yumru gibi duran o endişe, atış ritmini şakaklarında hissettiren yuvasına sığmayan kocaman yürek, tüm bunların yanında kendisine sakin olması gerektiğini  hissettiren bir eşin yiğidi, bir evin direği, sapasağlam durması gereken koca şefkati. İçinde kopan fırtına yüzünün her halinden belli olmuyormuş gibi soruyu ellerine sağlık hanım diyerek geçiştirdiğini düşünmüştü ki ikinci soru konuyu değiştirmesine fırsat vermeden geldi. “İyi misin Mustafa?”. Evet hayatım, şampiyon oluyoruz bırak da biraz heyecan yapalım yahu diyerek güldü kendisini de inandırarak. Eşinin de kendisine tebessümle iştirak eden yüzünü öptü, duvardaki saate son kez baktı ve ben yavaş yavaş çıkayım artık, biraz hava alırım dedi.

    Boynunda kendisine uğur getirdiğini düşündüğü bordo mavi atkısıyla, karanlığa varmak üzere olan biraz serin Bursa sokaklarında hemşehrileriyle birlikte her hafta maç izlediği o kahvehaneye doğru yürüyordu son şampiyonluğu düşünerek. O zamanlar kendisine olağan bir şeymiş gibi hissettiren, üst üste gelen şampiyonlukları düşündü, son şampiyonluk sevincini hatırlamaya çalıştı. Çok sevinmemişti ki, yine olmuştu. Sıradandı. Olağandı. Yine olacaktı. Olmamıştı işte. Her defasında mutlu sona yaklaşmıştı ki tuhaf bir şeyler olmuştu, kaçmıştı işte. Ya beraberliğin yettiği son maçta mağlubiyetle kaçıyordu ya da bitime iki hafta kala katledilmiş maç sonrası özür dileyip görevi bırakan hakemle kaçıyordu. Kaçıyordu ya da kaçırılıyordu işte. Yoksa… Yine mi? Hayır. Bu kez olamazdı. Olmamalıydı..

    Selamunaleyküm diyerek girdi içeri. Yüzlerinin  karakteristik özelliklerinden ve şivelerinden net bir şekilde aynı coğrafyaya ait oldukları belli olan o buram buram köyü kokan, memleketi kokan kahvehaneye “ooo Mustafa abi aleykümselam hoş geldin” sesleri eşliğinde girdi, orta sıralarda gözüne kestirdiği boş sandalyeye kendini bırakıverdi. Kendisine verilen çayı yudumlarken uzun uzun etrafındaki gençlerin mutluluk ve heyecan dolu yüzlerini izledi kahvehanedeki gürültüye hiç aldırış etmeden. İnanmak istiyordu. Kendisi de inanmak istiyordu. Huzursuzluğuyla boğuşurken…

    İlk düdük. Haftanın açılış maçında Eskişehirspor şampiyonluğun en büyük adayı Trabzonspor’la oynuyordu. Fakat yine tuhaf şeyler oluyordu. İlk  şut direkten dönüyordu,  sonrasında bir penaltımız verilmiyordu, attığımız iki gol sayılmıyordu, rakip futbolcular anlamsız bir şekilde ligde o güne kadar hiç göstermedikleri performansı gösterip sahada kusuyordu, rakip taraftar olamazsın şampiyon tezahüratı yapıyordu, çektiğimiz şutlar gol olmuyordu, yine olmuyordu, yine olmuyordu. Son düdük…

    Oturduğu yerden güçlükle kalktı. Oyuna, sisteme, hakeme, şansa haykırılan sıralı küfürlerin gürültüsünden çıkıp kimseye bir şey demeden  sessiz ve karanlık sokağı tekrar geri dönüyordu. Ayakta durmakta güçlük çekiyordu, bu kadar uzak mıydı ev, bu kadar uzun muydu bu yol.  Zile bastı, kapı açıldı.  Maçın skorunu televizyon kanallarının üst köşesinden takip etmiş eşinin moralsiz yüzüne baktı. Ne diyecekti, ne diyebilirdi. Dizleri ayakta tutamıyordu bedenini, kocaman yüreği bulunduğu yere dar geliyordu sanki.  İki elini birden avuçlarının arasına alan eşinin korku ve endişe dolu “Mustafa!” haykırışına nefesini toparlayıp cevap verdi. "Bizi bu sene de şampiyon yapmayacaklar"…

    22 Nisan 2011. Altı sene önce bu hafta Mustafa Çelik o cümlenin ardından kalbine yenik düştü. Onun vefatının ardından Eskişehirspor’un o maçtan önce Fenerbahçe’den teşvik primi aldığı ve daha sonrasında Fenerbahçe maçında şike yaptığı tespit edildi. Eskişehirspor şike yaptığı gerekçesiyle Avrupa kupalarından men edildi. Bir yıl sonra küme düştü. Mustafa Çelik’in katilleri hâlâ futbolu yönetiyor.

    Şimdi bize "Bırakın artık kupanın peşini" diyorlar, "dönün işinize bakın artık, o sezonu unutun" diyorlar. O sezonu unutmak, Mustafa Çelik'i unutmaktır bizim için; bilmiyorlar.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun...

 



 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol